16 Kasım 2012 Cuma


İŞTEN EVE, EVDEN SOKAĞA

İş hayatı çok garip... Hiç tanımadığınız insanlarla günde 9-10 saatinizi bir arada geçirip dost olmaya zorlanıyorsunuz. Hani küçükken anneniz sizi misafirliğe götürdüğünde hadi oynayın çocuklar diye zorlarcasına, hadi anlaşıp çalışın, işinizi iyi yapın diyorlar bizlere.. O kadar zamanı ve stresi birlikte yaşayınca elde olmadan sohbet edip birbiriniz hakkınızda fikir sahibi oluyorsunuz. Özel hayattan sosyal hayata kadar paylaştıklarınız gün geçtikçe artıp birbirleriniz hakkında biriktirdikleriniz oluyor ve bu size öğrendikleriniz hakkında yorum yapma hakkı kazandırıyor. Elinizdeki verilerle farkında olmadan karşınızdaki insan için bir taslak oluşturup onu belli bir kalıba sokuyorsunuz. Tabi bu bilgiler sadece ofiste yaşadıklarınız ile sınırlı olduğu için yaptığınız yorumlar da ne kadar objektif ve gerçeği yansııtabilir bilemeyiz. Sonuçta sizin çalışma arkadaşlarınız dışında; özel hayatınızda eşiniz, sevgiliniz, sosyal hayatınızda; arkadaşlarınız, dostlarınız, komşularınız var ve her biri ile farklı ilişkilerde bulunuyorsunuz. İş arkadaşınız ile dostunuz gibi olamayacağınız gibi, sevgiliniz ile de komşunuzla sahip olduğunuz sohbeti yapamazsınız. Siz her ortama uyum sağlayan, tüm yaşadıklarınızın bir bütünüsüzdür. Her alan bir puzzle parçası, oluşan resim de sizsinizdir. Bu yüzden sizi sizden daha iyi tanıyacak biri olmayacaktır.

Bu sebeple size yapılan yorumları ne kadar ciddiye almalısınız bilemiyorum. Aramıza yeni katılan bir iş arkadaşımın "Çok zekisin, çok çalıyorsun ama hayatı da kaçırdığını düşünüyorum" demesi karşısında ne düşünürsünüz. Hayatı kaçırmak ne demek? Çok çalışsam da çok okusam da "iş saati içinde" herkes gibi "çalışma" eylemini yapıyorum. İş saati içinde kaçırdığım bir şey var da ben mi görmedim ya da beni çağırmadılar mı bilmiyorum ama çok çalışsam da az çalışanlar ile aynı süre ve aynı yerde bulunduğumu da eminim. Kaçan birşeyler varsa bence yalnız da değilim ve hala neyi kaçırdığımı anlamadım.

Ofisten normalden yarım saat, bir saat geç çıktığım zamanlar oluyor evet. Bu çok çalışmak olarak değil, çok iş var olarak yorumlanabilir. Ama ofisten sokağa adımımı atar atmaz işlerle ilgili tüm herşeyi unutup bir başka boyuta hemen geçebiliyorum. Aklımda ne eve ne de bir başka yere iş götürmüyorum ve böylece işimi de özlüyorum.

Hayat zaten kaçan birşey değil. Hayat yaşadıklarımızın bir bütünüdür. Evde, işte, sokakta, yemekte, sinemeda, partide.. Her nerede olursak olalım hayatın bizi bekleyen zamanlarını yaşıyoruz. Çünkü biz nerede olmak istersek oradayız aslında, o yüzden kaçırdığımızı düşünecek birşey yok. Eğer böyle düşüyorsanız yaşadığınız her anı bu tedirginlikle geçerir, kendinizi başkalarının hayattan aldığı keyfi izlerken seyirci koltuğunda bulursunuz. Bırakın sahaya inin ve maça girin. 

Herkesin hayattan keyif alma biçimi ve yolu farklıdır. Keyfin bir kuralı yoktur. Önemli olan size keyif veren eylemleri bulmak ve bunları yapabilmektir. Bunu yaparken de kimsenin onayına, takdirine ve yorumuna gerek duymadan devam etmek gerekir. Hayat kısa, her saniyesi sizin. Bu zamanları ne isterseniz onu yaparak geçirin. Hayat kaçmıyor emin olun. O orada sakince duruyor ve sizin onu yoğurmanızı ve şekle sokmanızı istiyor. Onu iyi kullanın çünkü bir tane.. Ona sahip olduğunuzu ona hissettirin yeter.
Görüşürüz..








23 Ağustos 2012 Perşembe


UNUTMAK/ UMUT ETMEK

Kimilerimiz bazı zamanlar kendine reset atmak ister, hatırlamak istemediği olayları/hatıraları/kırıklıkları ve genellikle üzüntülü anları silmek ister. Çünkü elinde değildir hatırlamamak- mail kutusundaki "delete" tuşu gibi değildir ki silince çöp kutusuna gitsin anında seçtikleriniz- birden bir ses/olay/ayrıntı canlandırabiliyor geçmişi. 

Hangimiz unutmak için günlerce uyumamış, tatillere gitmemiş, alışveriş yapmamış veya kalabalıklara karışıp o an'ın bizi bulmaması için saklanmamışsızdır.Günün sonunda yorgunluktan elimizde içinde ne olduğunu bilmediğimiz, işimize yaramayan onlarca torba ile evimizin yolunu aldığımızda aslında yaptığımıza sadece "anı kurtarmak" diyebiliriz. Belki iki saat belki dört saat ama seninde sonunda biteceğini bilmemize rağmen çaresizlik içinde bir çaredir her biri bizim için. 

Her şey zaman ile bağlantılı aslında biliriz. Unutmak; zamanı kendine rakip görür ve onu takip eder. Zaman ne kadar uzaklaşırsa bizden, unutacağımız şeyler de onunla küçülüp kaybolur gelecekte. An gelir belki ne unuttuğumuzu unutacak kadar zaman geçmiş olur ve zamana sorduğumuzda sisli cevaplar alırız geçmişimizden ve unutmak istediklerimizden. Aslında unutmaya başladığımız ilk an anında isteriz bunu. Hemen unutmak, silmek.. Olmamış gibi davranmak, devam etmek.. Ama olmuyor. Neden?

Acıyor çünkü.. Nasıl ki bir yaranız olduğunda  ilk önce canınız yanar ama sonra iyileşirken zamanla kanaması durur, kabuk bağlar,  iyileşir ve geçer işte bu şekilde insan kendini "zamana bırakınca" unutuyor. Şimdi yaranızın nerede olduğunu bile bulamayabilirsiniz hatta yeni yaralar ile bile tanışabilirsiniz ve oyuna tekrar sıfırdan başlarsınız. Ama bu sefer yol farklıdır, o yoldan daha önce geçmiş, yolun zorluklarını ve engebelerini öğrenmiş ve daha tecrübeli olarak geçersiniz. Unutmak istedikleriniz olacağını bilerek ve onları ayrı olarak taşırsınız ve belki de yolda bırakırsınız. İşte buna deneyim diyebiliriz, büyümek diyebiliriz, olgunlaşmak diyebiliriz. Unutmak olgunlaşmaktır, büyümektir.

Peki neden unutamaz insan? Bir insanı, bir acıyı, bir kavgayı, bir üzüntüyü, kayıpları... Çünkü "umut eder".  Daha iyi olacağını, istediğini alacağını, mutlu olacağını, iyileşeceğini umut eder. Unutursa umudunu yitireceğinden korkar. Sevdiğiniz bir insanın size geri döneceğini ve her şeyin eskisi gibi olacağını umut edersiniz ve o kişiyi unutamazsınız veya unutmaya başladığınızda yeni insanların hayatına girebileceğini bilirsiniz ve unutmak için umut edersiniz... Hasta olacak kişinin iyileşeceğini ve eskisinden daha iyi olacağını umut edersiniz, eski sağlıklı günlerine geri döndüğünde hasta iken yaşadıklarını unutursunuz. Kumar oynarsınız ne kadar çok kaybettikçe o kadar çok kazanma umudunuz artar, hırslanırsınız, kaybedenin siz olduğunu unutur, yeniden oyuna sıfırdan başlarsınız. İnsan hayattan yeni umutlar istedikçe unutmaya başlaması gerektiğini anlıyor. Unuttukları ona kazandırdıkları tecrübeler olarak zamanla geri dönse de umut her zaman ağır basmaktadır. Umudun olduğu her yer de unutulanların olduğunu da bilmeli insan...
 


28 Temmuz 2012 Cumartesi



GÜÇLÜ KADIN MI BAĞIMLI KADIN MI ?

Bir kitap okuyorum ana fikri "güçlü" ile "bağımlı" kadının dünyadaki yerini okuyucuya aktarmak olan. Bir yanda güçlü ve gücüyle karşısında rakip rölünde olan erkeklere karşı set çekmiş, onları zekasıyla ve yeteneğiyle ezebilme ihtimalini hissettiren "bir kadın" diğer yanda erkeklere teslim olan ve kendini rakip göstermeyen, kendinden korkan her şeyi kabul etmiş ve erkeklerin karşısında güçsüz olduğunu kabul ederek onlara savaşmadan galibiyeti veren ve bazen onlardan tasdik edici bir kaç güzel cümle duymak için çırpınan "bir kadın" var.
Güçlü kadın, üzülmemek, üzüldüğünü ve yıkıldığını asla belli etmemek için onu bu durumlara sokabilecek tüm olasıklıkları hayatından çıkartır. Sonucunda çevresinin kendi hakkındaki güçlü imajını koruyacak ve belli bir kendince doğru görüntü çercevesinde onların düşünceleri ile yaşayarak hayatını sürdürecektir. Aslında dışarıdan inanılmaz güçlü, yıkılmaz, ulaşılmaz, zor, elde etmesi imkansız görülebilir ama aslında içinde gerçekten sevmeyi ve sevilmeyi bekleyen ama buna izin vermeyen bir kalbi olan ama o kalbi güvenip, güçlü imajını yıkarak teslim edemeyen bir kadın vardır

Diğer yanda ise; çok küçük umut kırıntıları ile beslenen ama asla doymayan, doymayacağını  bilse de bununla yetinen bağımlı bir kadın profili vardır. Bir şeylere bağımlı yaşamayı seçer (belki de sever), özgürüm der ama özgürken bile huzursuzdur. Yapmak istedikleri başkalarının yapmak istedikleridir. En umutsuz adamlara, hiç bir şekilde güven vermeyen davranışlarına, iki güzel laflarına kanarak günlerini ne beklediklerini bilmeden, belki olur ümidiyle ama umutlarına tutsak bir şekilde yaşar. Mantıkları asla bu aşamada çalışmamakta sadece duyguları ile teslim olmaktadırlar. İkili ilişkilerde duyguları o kadar ağır basar ki yanlış adamlara aşık olurlar. Kendisine biraz güler yüz gösteren, iyi davranan kişi ile gelecek planları kurmayı yeterli görür.  Sahte aşık olabilirler. Aşk sanırlar aslında sadece aşık olmak isterler ve o boşluğu yine bir başka boşlukla doldururlar.

Hepimizin sürekli gelişme gösteren bir kişiliği var. Kişiliğimiz ile de hayatımızı kontrol altında tutmaya çalışıyoruz. Kontrol bazen bizim elimizden kaçıp bir başkasının eline geçtiğinde o zaman kendi eksenimizden çıkıp başkasının ekseni etrafında dönüyoruz. Dünya'nın Güneş etrafında döndüğü gibi birisine bağımlı oluyoruz. Ama önemli birşeyi kaçırmamız gerekiyor ki aslında Dünya da kendi etrafında gayet güzel ve ekseninden çıkmadan dönebiliyor. İşte örnek almamız gereken bir doğa olayı belki. Başkaları ile iletişimde olup onların hayatlarımızda yer almalarına izin vermekle birlikte aynı zamanda kendi hayatımızın ağırlığını hissederek onu da bize yakışır şekilde yaşamalıyız. İnsanlara yeteri kadar bağımlı olmak ve  kendimize yetecek kadar bağımsız olmak gerekir.  Karar alırken duygularımızı ve mantığımızın birlikte çalışmasına izin vermeliyiz. Güçlü olduğumuz kadar da bağımlı kadın olduğumuzu; aşka, sevgiye, ilgiye, bir çift güzel lafa, duygusallığa ihtiyacımız yokmuş gibi davranmamıza rağmen aslında aç bir şekilde yaşarız.  Güçlü aşık kadın olmak zor mudur?

26 Şubat 2012 Pazar

AAAAAAHHHHH!!!


Her sabah her kadınının yaşadığı gibi ne giyeceğime karar verme çabası içinde dolabımı yatağıma boşaltmıştım. Sadece kotumun üzerine ne giyeceğimi bulmaya çabalıyordum. Bu kararsızlık her kadında bence var az veya çok çünkü seçenekler ne kadar çoğalıyorsa karar vermek te o kadar zorlaşıyor. Birini giyerken aklınız hep bir diğerinde kalıyor. Böylece evden çıkmak işkenceye dönüşebiliyor ve hatta küçük beklenmedik kazalar da sizi bekliyor olabiliyor.
Sıcacık ve yazın geldiğini hatırlatan cumartesi sabahı sadece birkaç saat bir önceki günden kalan işlerimi toparlamak için ofise uğrama ardından da sosyal hayatıma devam etme hayalim vardı. Cuma gününden bu programı yapmıştım bile.
Bir kot giydim, üstüne hava güneşli fakat serin olması sebebi ile kazak giymenin uygun olacağını düşündüm ve spor kazaklarıma göz gezdiriyordum. Gözüm birden kendimi içinde sıcacık hissettiğim rengarenk kazağıma gitti. Günün sıcaklığına ve cumartesi gününe göz kırpan bir şekilde dolabın en üst rafında ve en üstte duruyordu. Minyon boyum bırakın en üstteki rafa 3.rafa zor ulaşıyordu. Ben de ekstra yardım için minik pembe pufumdan yardım aldım. Olan oldu.
Sabah mahmurluğu içinde gözümü tam açamadan sadece aklımın kıyafete odaklandığı bir anda kendimi yerde buldum. Pufun önüne basıp yukarı uzandığımda puf ayağımın altından kayıp dolabın raflarına da çarparak acılar içinde aniden yere düştüm. Gerçekten acıyordu vücudumda bazı yerler. Kalçamı vurmuştum sonra sağ ayak bileğim biraz ters düşmüştü, bacak kemiğimi de çarpıştım. Sabah sabah pek hoşuma gitmeyen bir sahnenin başrol oyuncusuydum. Canım yanıyordu ama pek önemsemeden  ve düşmeme sebep olan kazağı da giymeden evden çıktım.
Bileğimdeki sızı çok azdı. Starbucks'a uğradım kahvemi aldım, ofise geldim. Oturduğum masamda geçirdiğim 2 saat sonunda ayağa kalktığımda sağ ayak bileğimdeki ciddi acının farkında vardım. Üstüne basmakta zorlanıyordum ve canım yanıyordu. Topallamaya başladım, ayağımın üstüne tam basamıyor, vücudumun tüm ağırlığını veremiyordum. Hızlı bir şekilde toparlandım ve bir taksiye atlayıp eve geldim. Evin yakınındaki eczaneden aldığım krem ile bileğimi sürekli ovdum, dona dona buz koydum ve sürekli bir yastığın üzerine uzattım. Gece de bandajlayarak uyudum. Uyurken ciddi bir sızım olmadığı için güzelce, acısız ve deliksiz uyudum.
Pazar sabahı da cumartesinin acısının hafiflemesiyle mutlu uyandım ama yine de korktuğum için üstüne basmadan yine uzanarak yatıyorum. Pazartesi işe gitmeme riski ile karşılaşmamak adına ayağımı sürekli ovuyor, yüksekte tutuyorum ve acısının gerçekten azaldığını hissediyorum :)) Ne mutlu bana.
Evin içinde yaşanabilecek görünmez ve beklenmedik kazalardan ben de payımı aldım ve şimdi zıplayarak evde işimi görmeye çalışıyorum. Gerçekten ne kadar zormuş. Hemen iyileşme temennisi ile herkese mutlu pazarlar diliyorum.


22 Şubat 2012 Çarşamba



SEN

Derin nefes al...Yavaşca ver...Tazelendin...
Kapa gözünü...Şimdi aç... Merhaba...
Bak...Gör...Anladın...
Uyu... Esneyerek gerin...Uyan...
Su iç...
Aşık ol... Acı çek...Ağla...
Unut...Unuttuğunu hatırla...Neyi hatrladığını unut...
Çalış...Karada...Havada...Suda..
Oku...Kitabı...Tabelayı...
Öğren... Öğret... Yorulma...
Sarhoş ol...Yığıl...Ayıl...
Küfret... Önce içinden...Sonra dışından..
Bağır...Sessizce...Kuşları uçur...
Abart...Azı da ... Çoğu da...
Roller...Eş...Dost...Kardeş...Sen...
Sev...Kendini.. Onu...
Yola çık...Dönmeyi unutma...Kendini orada bırakma...
İki adım ileri at... Bir adım geri.. Nefes al...
Plan yap...Yırt at...Sonra parçaları yapıştır...
Olgun ol... Genç ol... Kaybolma...
Sabun kok...Çiçek kok...Ten kok...
Temiz ol... Dışında ...İçinde.. Kalbinde...
İtiraf et....Saklama... Hafifle...
Yarım elma...Yarım armut...Bir ol...
Müzik dinle...Ruhunu sevindir.....Mırıldan
Hesap tut.... Hesap ver... Kendine...
Hata yap...Güzel olsun... Bir daha yapma...
İçine atma...Biriktirme...Cömert ol...
Hayal et... Kovala...Kovma...
Sorumluluk al... Başar... Oluyormuş deme...
ve
Şükret... Geçmişe...Geleceğe...