22 Ocak 2013 Salı

MASAL

Buradan çok çok uzakta başka bir galakside bir gezegen varmış. Adı bilinmemekle birlikte önemi adı değil oradaki yaşammış. Orası Dünya'dan sonra insan için yaşam koşullarına elverişli gezegenlerdenmiş ama henüz hiç kimse orayı tam anlamıyla keşfetme şansına erişememiş. Keşfedenler ise yeni gezegenin gelecek insanlar nedeniyle büyük bir izdiham yaratma ihtimalini düşünüp kendi huzurlarının bozulmaması için bu sırrı kimseyle paylaşmıyorlarmış. Topu topu birkaç azınlık insanın yaşadığı küçük bir adacıkmış aslında burası gündüzleri güneşin gökyüzünden hiç eksik olmadığı, geceleri dokunsanız değebileceğiniz kadar yakın yıldızların ve ay ışığının aydınlattığı. Sessizliğin dalga sesleri ve farklı cinsteki kuş cıvıltıları tarafından bozulduğu, tabiatın bonkörce ve sınırsız yiyecekler sunduğu adada volkanik, yaşamı olumsuz etkilemeyen bir dağ bile varmış masallardaki gibi. Upuzun sahilinde incecik kumun ayaklarınızın altında kaydığı, mavinin her tonunun sizi içine aldığı davetkar denizinden ve içinde bin bir çeşit su canlısının yaşadığı, her insanın farklı cennetinin bir kopyasıymış bu ada aslında. İsmi de yokmuş. Kimse birbirine ismini sormazmış zaten adanın. Hem ne gerek var ki ismine şimdi?

Adada yaşayan birkaç kız varmış farklı koylara yerleşmiş. Bunlardan biri daha çok dikkat çekiyormuş. Adanın tadını çıkartan, enerjisi ile dikkat çeken ve Dünyaya dönmeyi düşünmeyen. Dünyanın stresini, pis havasını, parasını, katkı maddeleri ile dolu besinlerini, birbirinin aynısı günleri ve insanlarını geride bırakmış ve artık burada daha spontane, her gün yaşama dair bir şeyler öğrenerek kendini tabiatın kollarına bırakarak ve an'ın tadını sindirerek, paranın olmadığı bir düzende yaşamayı tercih etmiş bir kız. Yanıklığı her daim güneşin teni ile buluşmasından dolayı doğal rengi gibi olmuş, denizle iç içe olmasını takiben rahat ve bugün ne giyeceğim gibi Dünyevi sıkıntıları yaşamadan bu cennette yaşıyormuş.

Evi bungalovmuş. Baktığınızda küçük ama ona yeterli, her daim açık kapısından ve pencerelerinden denizin gözüktüğü, kendi cennetinin içinde bir cennetmiş orası. Bir de hamağı varmış denizin hemen kıyısında suyun içinde. Orada bazen denizin dalgalarının ninni gibi onu uyuttuğu ve uyurken de yaşadığı bu ada kadar güzel rüyaların baş kahramanı olduğu günler yaşarmış hayal mi gerçek mi diye düşünürken. Rüyalarını hatırlayıp hatırlamadığını sormazmış kendisine. Aslında gördüğü rüyayı yaşıyormuş bu adada ona sorarsanız..

Görünürde birbirine benzer ama aslında farklı, güneşli ve sıcak günlerin birinde bir paraşüt yaklaşmış bu adaya. Karaya doğru yaklaştıkça bu paraşütü bir erkeğin kullandığını, sırtında bir sırt çantasının yanında yüzüne taktığı şaşkın ifade ile adaya yaklaştığını görmüş kız. Her ne kadar uzun zamandır yabancılar onun için daha da yabancı olup uzaklaşmışsa da bu adama geri adım atamamış. Uzaktan beklediği misafir gelmiş gibi kabul etmiş adasına oradaki hayatına. Sanki daha önceden birbirlerini tanıyorlarmış da sohbetleri yarım kalmış ve yarım kaldığı yerden devam ediyorlarmışçasına sohbete dalmışlar. Adam sıcak karşılamanın huzuru ile kendini tanıtmış ve kız da ona adadan bahsetmiş ve her ikisinin de yüzlerindeki şaşkın ifade yerini keyfe bırakmış. Adayı gezmişler. Sahile inmişler. Ormanda tur atmışlar. Kız ona adayı tanıtmış, kendi gördüklerini erkeğe de anlatmış, hatırlamış tekrar adadaki ilk heyecanlı günlerini, etrafı gezerken ve anlatırken , kendi heyecanına ve şaşkınlığına hak vermiş adamın yüzündeki değişen mimikleri ve şaşkınlığını görünce.

Sonra bir gün... Kız yüzünde gülümse, dinlenmiş ve mutlu bir şekilde her zamanki sabahlardan biri gibi uyanmış. Bu sabahın diğer sabahlardan daha farklı olacağını gösteren ne bir gece ne de dakikalar öncesinden bir ibare olmuş. Her şey çok normalmiş. Güneş her zamanki çapkın ifadesi ile ısıtıyormuş bedenini.. Çiçekler her köşeden her renkte fışkırıyormuş olabildiğince özgürce, deniz güneş ışığının yansımaları ile parlak bir cam gibi gözlerini alıyormuş.

O gün çocuk "Ben de burada kalmak istiyorum" demiş...

...ve kalmış.