27 Aralık 2011 Salı

ALIŞVERİŞ

Alışverişi sevmeyen birisini görmek ve onunla bir süre yaşamak istiyorum. Alışverişe her kadın gibi bayılıyorum. Moda sektörünün dayanılmaz engin denizinde, tasarımcıların sundukları olağanüstü yaratıcı ürünler arasında kendimi kaybediyorum. Erkek olmadığıma bu yönden seviniyorum çünkü bildiğiniz gibi biz kadınların moda konusundaki şansı tartışılmaz. Kıyafetleri, ayakkabıları, çantaları, kozmetik malzemeleri, aksesuarları, mücevherleri düşündüğünüzde gerçekten çeşitliliğin ve renk cümbüşünün zenginliği arasında kendinizi kaybedebilirsiniz. Farklı tercihler yaparak kendi tarzınızı oluşturmanın hazzı gerçek bir tatmin biz kadınlar için ve biz bunu olabildiğince yaşıyoruz.

Maalesef biz kadınların ihtiyaçları hiç bitmez. Alsak da almasakta, mağazalara, butiklere sadece göz atmak bile biz kadınlara özgü alışkanlık aslında. Yeni sezonun ürünlerini öğrenmek, modayı dokunarak ve üstümüzde yaşayarak hissetmek ve sonrasında kombin yaparak dolabımızda yenilerine yer açmak hangi kadını heyecanlandırmaz ki? Aslında o dolaplar tıka basa dolu olsa da sokaktan geçen kadınlara sorun, kesin size uzun bir liste halinde ihtiyaçlarını tek nefes sayarlar, saydıklarının hepsi olmazsa olmaz gereklidir de onlar için. Dolaplarında da kesinlikle olması gerekenlerdir. Aynı kadınlara evlerinde ne eksik var deseniz belki bu kadar derslerine iyi çalışmamışlardır. İhtiyaç olarak gördükleri lüksleri çok heyecanlandırır. Belki geçen ay aldığı ayakkabının bir başka rengi bu listenin en tepesindedir. Aslında ihtiyacı da yoktur baksanız ama renkler konusunda bu kadar bonkör davranan bir dünya oldukça o ayakkabının başka can alıcı renklerle o listenin ilk sıralarından ineceğini de düşünemiyorum.

Ve sezon açılır. Her sezon başı mağazalara ilk girdiğinizde her koleksiyonun parçası size üzerinde fiyat etiketi yerine "beni al" etiketi ile görünür. Nasıl olduğunu bile anlamadan elinizde favori parçalarınız ile tam yol ileri şeklinde deneme kabinine doğru hedefe kilitlenirsiniz. Ne kadar yorgun olsanız da o an gelen farklı bir enerji ile hepsini teker teker deneyebilirsiniz, denedikçe parçaların kombinelerini canlandırırsınız gözünüzde. Üstüne şu bluz, altına başka bir ayakkabı ve o pahalı çantanız. Sonra birden aklınıza tüm bu hayal ürünlerini öpücük vererek alamayacağınız gelir ve fiyatlardaki sıfırlarla tanışırsınız. O sıfırlar size içlerinde iki sırıtan göz ve dil çıkaran bir yüz olarak görünür. Sizinle sanki dalga geçerler. Siz kızarsınız ve beğendiniz parçaları bırakıp koşarak çıkarsınız mağazanın kapısından. Size kimse dur demez taki içinizdeki, az önce dudağını bükmüş ve önüne bakarak yürüyen alışveriş delisinin başını sağa çevirip diğer bir mağazanın vitrininden geçerken gördükleri karşısında aniden durup hedefe kitlenmesine kadar. Sizi ilk anda dışarıdan gören sanki bir sanat eserine bakıp "Acaba burada eser sahibi ne anlatmak istemiş?" diye düşündüğünüzü sanarken biraz adımlarını hızlandırdığında aslında sizin sadece bir çantanın yeni modeline baktığınızı görür. İçinden deli diyebilir ama zaten siz o sesi duymazsınız hatta o sesi dışından söylese de duymazsınız, o kadar dalmışsınızdır ki. Yanınızda en yakın arkadaşınız olsaydı eminim çanta konusunda devleti kurtaracak kadar konuşabilirdiniz.

Ve indirim zamanı. Mağazalar bedava dağıtmıyor belki ama biz kadınlar sanki  bedavaymışçasına  full satın alma kapasitesi ile dolduruyoruz indirim mağazalarını. İçeri girdiğinizde kadınlar hakkındaki bildiklerinizi unutmalısınız çünkü tüm fikirleriniz değişebilir karşı cinsi o halde görünce. Tüm bu alışveriş çılgınlığı, gerek deneme kabinlerinde gerek kasalarda devam etmesine rağmen kimse alışverişten vazgeçecek, kasanın sırasında beklemeyecek veya sonra alırım diyecek bir ruhu o an taşımamaktadır.

Evet alışveriş, farklı şeylere sahip olmak biz kadınlar için bir alışkanlık, delilik ve belki de hastalık. Kadınların kendi bütçelerine uygun alışveriş yaptığı mağazaları ziyaret etmeleri ve beğendikleri bir ürünü aldıklarında hissettikleri mutluluk paha biçilemez. Anlatmaya çalıştıklarımda kendinizi görmüş olabilirsiniz veya bu insanları dışarıda görüyorsunuzdur, sakın yadırgamayın, şaşırmayın. Biz alışverişi seviyoruz ve eminim sevmeye de devam edeceğiz. İyi alışverişler :)

26 Aralık 2011 Pazartesi

AŞK

Aşk'a aşık insanlar tanıyorum, aşka inancını kaybetmiş insanlar da. Kimi aşkı kolay bulmuşken kimi de nefes nefese peşinde koşuyor ve aşk ne kadar uzaklaşırsa onu yakalamak için adımlarını o kadar hızlandırıyor. Ama aşk ne kovalanınca yakalanan ne de kapı çalıp ansızın gelendir. O farklıdır. Geldiğini anlamazsınız. Sessizce, ansızın, tam ümidinizi kesme noktasına gelmişken hiç beklemediğiniz anda ansızın gelir ve geldiğini de söylemez. Belki bir bakış, belki bir söz, belki bir dokunuştur tüm her şeyi özetleyecek kadar masum ve derin olan aşka dair onu kanıtlayacak. Onu tanımlamak istersiniz kelimeleri bulamazsınız, şarkısını dile getirseniz hangi notaları yanyana getireceğinizi bilemezsiniz, en güzel çiçekler ile taçlandırarak şereflendirmek isteseniz henüz o çiçeklerin yetişmediğini görürsünüz. Aşkı tanımlayabilecek bir şey ararsınız, onu somutlaştırmak ve kanıtlamak için. Maalesef ne olduğunu da bilemezsiniz, bu bilinmezlik ve telaş hali ile kendinizi boşlukta hissedersiniz, her şeyi yeniden keşfetmeye hazır bir çocuk gibi. Öğrenip unuttuğunuz ve yeniden öğrenmeye ilk günkü hevesle başladığınız her şey size mutluluk vermeye başladığında aşkın damarlarınıza yayıldığını hissedersiniz. Sıcaklık tüm bedeninizi sardığında en soğuklarda bile üşümeyecek bir başka kendiniz ile tanışırsınız. Mutlu olursunuz.

Artık hiç bir şey eskisi gibi değildir, her şey bir başka görünür gözünüze. Ne sabah aynı sabah olur ne de akşam. Yüzünüze yapışan saf ve şaşkın bir gülümse ile selamlarsınız herkesi. Sabahlarınız her güne ayrı bir çiçeğin kokusunun yayılması gibi heyecanlı iken geceleriniz yıldızları dokunsanız tutabilecek kadar parlak geçer. Ne uyumak isterseniz ne de uyanmak. Uyuyup rüyanın bozulmasından korkarsınız uyandığınızda ise aynı rüyaya uyanamamaktan.

Aşk güzel bir ilaçtır hayata karşı. İnsana iyi gelen ve ona huzur veren motive edici her şeyin sağlam alt yapısıdır. Temelinde aşk olan ve sevgi ile beslenen her şeyin dayanaklılığının ve uzun ömürlülüğünün bilincini  ilk gün öğrenmiş gibi büyüyüyoruz. Her şeye aşığız aslında. Karşı cinse aşığız, işimize aşığız, belki evladımıza belki evimize belki de bir çiçeğe veya böceğe. Ne olursa olsun kalbimizdeki saf aşkın heyecanı oldukça ve onu duygularımızla besledikçe daha da sıkı sarılıyoruz hayata.

Aşk kuralsızlıktır. Kime, nerede ve nasıl aşık olacağınızı bilemezsiniz. Ansızın olur, habersiz pat diye. Hayalinizdeki gibi. Gelir ve olur. Zorlama ile değil aksine çok basit. Size yürür ve siz ellerini açarsınız gelir. Aşka hayır demeyin, ellerinizi geri çekmeyin ve sakın durmayın. Hislerinizi ve yaşadıklarınızı ona aktarın, iletken olun sürekli; aşkınızı, sevginizi, saygınızı, samimiyetinizi, dürüstlüğünüzü, içtenliğinizi paylaşın onunla. Susmayın, susarsanız biter. Sadece kelimelerle konuşmayın ama gözleriniz de konuşsun sessizliğin içinde, kahkahalarınız, çığlıklarınız da duyulsun. Bazen elleriniz konuşsun iki avucunuzun içinde hissettiğiniz soğuk elleri ısıtırken, bazen de başınızı omuzuna yasladığınızda kalbinin atışları dökülsün söze kimsenin duymadığı kelimelerle.

Aşk karşılıklı ise mutlu eder, tek taraflı ise sadece beklentinin umudu doğurup büyütmesi anında mutluluk besler. Aşk ile dolu iken birisine karşı, siz de bir kalbin içinde yer edinmek, oraya yerleşmek ve artık eşyalarınızı bırakmak istersiniz. Kiralık değil sizin olmalı artık o kalp diye düşünürken aslında kimsenin bir yerde kalıcı olmadığını unutursunuz. Aşkı yaşamak bile ayrıcalıktır. Karşıklıklı olursa elbette tarifsiz mutluluk verir ama değilse bile bir gün olacaktır. Çünkü aşk hep vardır. Sizinledir, farkında değilseniz bile uyuyor, dinleniyor ve sadece doğru zamanı bekliyordur ortaya çıkmak için o kadar. Ona doğru zamanı anlaması, uyanması için biraz müsaade edin...Derin bir nefes alın.

Aşıksanız paylaşın. Hayatla, güneşle, havayla, suyla ve onunla.... Değilse tekrar Aşık olun.

16 Aralık 2011 Cuma


ANLAMAMAK

Anlamıyoruz. Ne okuduğumuzu, ne dinlediğimizi, ne de birbirimizi. Kısaca anlamadan yaşıyoruz. Anlamadan yaşamak işimize geliyor, kolaya kaçıyoruz. Kırmızı  ışık yanıyor duruyoruz, yeşil ışık yanıyor geçiyoruz. Hayatımızı başkalarının belirlediği sınırlar içinde kendimizi özgür zannedip ama aslında özgürlüğün bile anlamını bilmeden doktorların dediği gibi derin nefes al şimdi bırak yaşam desteğiyle gözetim altında yaşıyoruz.

Büyüyoruz ve onu bile anlamıyoruz. Çünkü her yaşı olması gerektiği gibi yaşadığımızı sanarak; sorumlulukları ile ve onların ağırlığı altında ezildiğimizi hissederek koşar adım şeklinde yaşıyoruz. İçinde olduğumuz yaşın toplumda nasıl algılandığına bakıp o şekle uydurmaya çalışıyoruz içimizdeki asıl heyecanı. Bazen içimizdeki ve dışımızdaki heyecanlar o kadar zıt kutupların çarpışmasını yaşıyor ki o zaman kayboluyoruz ve bırakıyoruz anlamayı; ne istediğimizi, ne yaptığımızı ve  nerede olduğumuzu... Oyuncaklarımız ile oynadığımız ve sorumsuzluğumuzun tescilli dönemi olan çocukluğumuzu doyasıya yaşamak isterken büyümek zorunda olduğumuzu hissediyoruz.  İçimizde sakladığımız çocuğu sessizce büyütüyoruz veya yeterince büyümemize rağmen hala çocuk muamelesi ile sorumluluklarımızın sadece zilyetliğini taşıyoruz. Yaşımızı ya zamanı geçtikten sonra ya da henüz kapımızı çalmadan öncesinde yaşıyoruz. Pastanın üzerindeki dilek mumlarını üflerken büyüme istediğimizin bu kadar çabuk gerçekleştiğini görmek çok şaşırtıcı değil mi? Biz artık bundan sonra takvimlerden öğrendiğimiz yaşımızın kalıbına giriyoruz.

Büyümek demek kurallar demek aslında ve etrafta onlardan o kadar çok var ki uymamız gereken. Okula git, meslek sahibi ol, askere git, evlen, çocukların olsun, onları iyi evlat olarak yetiştir, torunların olsun, örnek insan ol... Yoksa el alem ne der. Dememeli. İşte kurallar, toplum baskısı derken anlamayı unutuyoruz bir kenarda. Anlamadan bizim için seçilmiş kurallara göre ve nasıl gerekiyorsa o şekilde yaşıyoruz. Aksi bir durumda istenmeyen bakışların hedefi olabiliriz. Kuralları sorgular, sorular sorar ve etrafımızda olanları algılamak istersek o zaman bize ayrılan yoldan çıkmış başka yollara girmiş oluruz. Dikkat çekmek sivri olmaktır, batmaktır. Bilinmeli ki insan batınca bir şeylerin yolu değiştir.
Düşünelim,

Büyüdüğümüzü anlamadığımız gibi sorumluluklarımızın dışında hayatımızın monotonluğu içinde bize renk katabilecek değerleri de anlamıyoruz. Okuduğunuz yeni kitabı bitirdiğinizde ve size tavsiye edip etmeyeceğiniz sorulduğunda konusu hakkında fikrinizi ifade edecek kelimeleri beyninizdeki kütüphanenin raflarından seçemiyorsanız, dinlediğiniz müziğin sözlerini değil sadece ritmini seviyorsanız ve duygusunu hissetmiyorsanız, karşınızda konuşan her kim ise onun ne söylediğiyle ilgilenmiyor sadece boş bakışlarla onu sizin fikrinize ters olsa da başınızla onaylıyorsanız, evinize her gün otobüsle aynı yoldan gitmenize rağmen yollara, mağazalara, sokağın canlılığına aynı şaşkın bakışlarla bir çocuğun dikkati ile ve ilk defa görmüşçesine bakıyorsanız, ihtiyacınız olmadan hatta neye ihtiyacınızın olduğunu dahi bilmeden mağazaların renkli raflarında kayboluyorsanız ve eve geldiğinizde dolabınızda aynı renkte aynı modelde kazağınızın olduğunu görüyorsanız…

Benim gibi kaç kişi mp3’te milyonlarca parça download etmesine rağmen hiç bir şarkıyı sonuna kadar dinlemiyor, sürekli melodiler arasında kayboluyor? Arabada ilerlerken radyo kanalları arasında istediği ama ne istediğini de bilmeden dinlemek istediği şarkıyı bulmak, sanki kaybolmuşçasına bir yerlerden çıkarmak için ciddi bir mücadele içinde neredeyse tüm radyo bantlarını gezmiyor? Aynı şekilde her gün artan, artıkça insanın seçme kabiliyetini zorlayan televizyonun kanallarında diziler, yarışmalar, tartışma veya magazin programları arasında kendini kaybetmiyor? Elinde hâkimiyeti altında olduğu için farklı bir ayrıcalık hissettiği uzaktan kumanda ile kanalların arasında, koltuğuna her dakika daha da yayılarak saatlerini geçirmiyor? Sürekli değiştiriyor. Değiştirirken de farklı dünyaları “anlamadan” sadece görüyor. Çünkü ona ne gösterilirse sorgulamadan onu izliyor, ona inanıyor ve onu takip ediyor. Ne istediğini, nerede durduğunu bilmeden…
 

Ve evet neyse ki sadece dinlemiyoruz konuşuyoruz da ama ne söylediğimizi bilmeden, karşı tarafa ne anlatmak istediğimize de önem vermeden. Bir konudan başladığımızda noktayı bir başka konunun sonuna koyuyor arada virgülleri bile unutarak  nefes almadan konuşuyoruz, hatta konunun dışına o kadar çok çıkıyoruz ki geri dönmeye bile üşeniyoruz. Zamanın hızına yetişemediğimizin farkına vardığımızda ve bu sebeple hayatın tadını daha çabuk çıkarmak istediğimizde de koşuyoruz. Nefes nefese ne anlıyorsak?

Ne olursa olsun "anlamak" çok önemli. Ne okuduğunu, ne izlediğini veya ayaklarının seni nereye götürdüğünü bilmeli ve hayatı damarlarında hissetmeli insan. Adımlarına özgürlük verip onları kendisi için çizilmiş yolların dışına çıkartmalı. Hedefine yeni yollar koyarak ve belki de yeni yollarla yeni hedeflerine gidebilmeyi göze almalıdır... Şimdi gözlerinizin ve kulaklarınızın rolünü daha iyi sahneye koyma zamanı...



12 Aralık 2011 Pazartesi

DENEYİM

Deneyimlerini yazar insan. Onları paylaşır tanımadıkları ile. Başkasının, kendi hayatının belli periyotlarını okuyup yorum yapmasını ister sessizce ama bir yandan da eleştirilmek istemez, korkar. Çünkü bilir en nihayetinde bir yerlerde yanlış yapmıştır, o yanlış nerede kaybolmuşsa biri bulur ve söyler yüzüne aniden tokat gibi çekinmeden. Bundan da korkar içten içe. İnsanlar enerjilerini ve dikkatlerini bir şeyler bulmak için harcarlar. Bir açık bulmaktır amaçları ve buldukları an sizi o açıktan aşağıya itmek onları mutlu eder. İnsan kaybettiğini bulmak için çaba sarf ederken bir başkasının bulmak için yardım etmesi yerine kaybedileni daha da uzağa itmesidir yanlış aslında.

Deneyim güzel bir şeydir. İnsanı büyütür, güçlendirir. Başımıza gelenler karşısında yere düşmemek için tutunduklarımızdır hepsi ayrı ayrı. Satranç gibi düşünürüz deneyim sahibi olunca, bir sonraki, bir sonraki, ve bir sonraki gelen hamleyi düşünebiliriz sürekli, ne olabileceğini görebiliriz. Hata yapmayı bırakmayız, milyonlarca hatadan biri ile yine karşılarız ama aynı hataların sonucunun bize nasıl geri döneceğini iyi biliriz. Bazen hata yapmak da gerekir ve bence bir lükstür, hatta ayrıcalık. Hayatta sadece hata yaptığımız zaman öğrendiklerimiz vardır, sıradan olaylar karşısında öğrenemeyeceğimiz/ karşılaşamayacağımız şeylerdir onlar. İnsanlar her ne kadar bizim hata yapıp sürekli düşmemizi bekleseler de aslında düştükten sonra daha da güçlü ve daha da farklı kalktığımızı bilmezler. Duygularımızı kaybetmeyiz, sadece duygularımıza nasıl hakim olacağımızı öğreniriz düşerken, onları etrafa fazla saçmadan düşeriz, sonra yerden kalkarken toplarız. Evet bazıları yerde kalır ama büyük parçaları alır ve devam ederiz. Devam ederken de parçaları daha da sağlamlaştırarak duygularımızı iyileştiririz.

Yazarken insan deneyimlerini paylaşır. Soyut duygular da olabilir bunlar somut olaylar da. Kiminde olayları siz de yaşamışsınızdır kiminde de aynı duygularla boğuşmuşsunuzdur. Bazen şaşırırsınız hatta bir insan nasıl yaşar bunları, nasıl altından kalkar diye kendinizi onun yerine koyamazsınız. Kendinizin ne çok etkileneceğini düşünürsünüz evet muhtemelen etkilenirsiniz, yataklara bile düşebilirsiniz, kimseyi görmek istememeniz de normal karşılanabilir, hepsi gayet insani ve gayet normal tepkilerdir. Ama eninde sonunda o evden çıkıp, insan kalabalığına geri dönüp, hayatın içine dalarsınız ve hayat sizi öyle bir içine çeker ki sonra dönüp yaşadıklarınıza baktığınızda hepsi o kadar uzakta kalmıştır ki sizden, siz bile tereddüt edersiniz siz mi yaşadığınız yoksa bir başkası mı diye. Siması bir yerden tanıdık gelen insanlar gibidir artık o üzüntüler, kırıklıklar, mutsuzluklar. Göz yaşlarınız çoktan kurumuş hatta üstüne defalarca kahkahalar atmışsınızdır yüksek sesle, herkesin duyacağı kadar, hatta sizi üzenlerin bile kulaklarına gitmiştir kahkahalarınızın notaları.

Bence kimseyi yaşadıklarından dolayı örnek almamak gerek. Yaşananlar aynı olabilir evet ama sonuçları farklı şekillerde karşımıza çıkabilir. Herkes aynı şekilde bir kopya kağıdı ile çoğaltılan örnek hayatlar yaşamıyor, bu yüzden sadece paylaşılan deneyimleri, adım atarken durup derin bir nefes alıp düşünmek için kullanırız yoksa abartıp kendimizi o kişinin yerine koyarsak beklentimiz çarpacağımız bir duvar olarak çıkar karşımıza. Kısaca bahsetmeye çalıştığım televizyonlarda ve benzeri görsel veya yazılı basında "örnek hayatlar" adı altında gösterilen-empoze edilen- ünlüleri, başarılı insanları, sanatçıları kendimize bir rol model olarak görmek, ulaşılmazlıklarına hayran olmak sadece saçmalıktır.

Kısaca hayatımızda yaşadığımız her şeyin bir sebebi var. Başarılarımızın da başarısızlıklarımızın da.. Üzüntülerimizin de, sevinçlerimizin de ... Sadece neler olduğunun farkında olmak gerekir, yaşadıklarımızı da bilmek önemli. Yaşadıklarımızdan çok ders alacağız. Kazanmak veya kaybetmek diye bir şey yoktur.

:)




3 Aralık 2011 Cumartesi

İLK

İlk blog yazımda sadece şu an aklıma gelenleri yazıp paylaşmak istiyorum. İnternette blogları dolaşırken kendimin neden blogu olmadığı sorusunu düşündüm, cevabını  "yeni blog oluştur" yazısında buldum ve buradayım. Neler olacağından haberim yok, güzel bir denize ayaklarınızı sokup sonra kendinizi kıyıdan cok uzakta bulmanız gibi,nereye götürürse orada olacagım. Beklerim.

Sizlerle ki eğer takipcilerim olursa, aklıma ne gelirse onları paylaşacağım. Cok ilginizi çekmeyecek bir mesleğim olduğu için hukuki gelişmeleri burada paylaşmak veya makale yayınlamak sizin için sinir bozucu ve itici olabilir. Amacım sadece sizi değil kendimi de dünya meselelerinden uzaklaştırıp biraz hayal dünyasında yaşam alanı bulmayı sağlamak. Dediğim gibi hayaller ne kadar geniş ve sınırsızsa şu an yazmayı/paylaşmayı düşündüğüm konular da o kadar uçsuz bucaksız.... Sadece belirsiz.

İnsanın yazarken kendini daha rahat ifade ettiğini düşünüyorum. Kelimeleri düşünmenin yanında onları seçerken insana kazandırdığı zaman ile ifade etmek istenilen düşünce daha çerceveli bir hal alıyor. Belki yazıların duyguları yok veya herkes okurken farklı bir anlam yükleyerek yorum yapıyor evet ama güzel olan da aslında biraz okuyana kendini değerli hissettirmek değil mi? Böylece kendini dışarıdan bir seyirci olarak değil olayın kahramnı hatta kendine verilmiş rolü oynayan bir oyuncu gibi hisseder değerli okuyucu. Herkes okurken kendine bir rolü uygun görür ve onu giyer üzerine, kendini o rolün içinde hisseder ve onun yerine koyar. O yüzden rolleri belirleyip kendinizi istediğiniz gibi hissetme serbestisine saygı duyarak buradayım ama zevkle söylemek isterim ki seyirci koltuklarımız kendine uygun rol olmadığını düşünen okurlarımız için konforuyla hizmet vermektedir. İzleyerek de tadını çıkartır, hayatınıza giren insanların hangi rollerde karşınıza çıktığına şahit olabilirsiniz.

Yazılarım sadece denemelerim gibi aklıma geleni yazdığım anlık duygularım. Onları size aktarıp somut hale getirmek çocuk büyütmek gibi zevkli. Çünkü beyaz sayfaya attığım her harf büyütüyor yazımı, zenginleştiriyor ve mutlu ediyor...

Yazıların hayatınızdan eksik olmadığı, duygularınızın yoğunlugunda boğulmadan suyun üzerinde kaldığınız muhtesem bir hayat dileyerek başlıyorum..

Sebla