14 Ağustos 2013 Çarşamba

YAZ TATİLİ MEANS KAFA TATİLİ


 
Tatil dönüşlerini hiç sevmemiştimdir. Onca güzel zamanın ve biriken anıların ardından hele yaz mevsiminin teninizde de bıraktığı renk bile farklı iken büyükşehre dönüş nasıl bir eziyettir. İş yerinde oturup fotoğraflara bakarsınız, yanık teniniz klavyede yazı yazarken gözünüze takılır. Çalışırken aklınıza "Şu saatte şimdi denize giriyordum" diye  anlarınız gelir.

Şehirden kendinizi nasıl atmışsanız dönmek istemezsiniz, aslında arkanızda bir sürü şey bırakmışsınızdır. Yerleşik yaşam temelinde bir sürü de sorumluluğu barındırır. Bu sorumlukların başında iş başlı başına birikmiş bir şekilde dört gözle sizi bekliyordur, tatilden sonraki ilk sabah ayaklarınızı nasıl sürüyerek gelirsiniz tahmin bile edilmez, faturalar zaten olmazsa olmazıdır dönüşlerin, mailler-posta kutuları evrak ile dolmuştur, evdeki çiçekler komşuya anahtar bırakmadıysanız su su diye yolunuzu gözlerler, kedileriniz varsa sizi kapıda özlemle bekliyorlardır, evi de temizlemek-havalandırmak lazım ve bir de bavulu boşaltmak en büyük işkencesi işin. Açtığınızda tatil kokar ve denizin sesi kulağınıza gelir. Duymayan var mıdır?

Bir reklamda "Tatil için çalışıyoruz" diye bir slogan vardı. Tabiki tatili bekliyoruz, yoğun ve stresli iş temposuna biraz ara vermek hem beden hem de zihin sağlığımız için gerekli, bu yadsınamaz ama bu yorum bence biraz insana endişe verici ve moral kırıcı. Çünkü her günü tatile yaklaşmak için geçiriyormuş gibi hissettiriyor. Ama aslında tatilde sadece dinleniyoruz ve farklı zaman geçiriyoruz. Tatilde olmadığımız zamanları da keyifli ve mutlu geçirirsek tatilin gelmesi için takvim yapraklarında günlerin üzerine çeltik atmayız. Aksi halde hele tatilden döndükten sonra bir sonraki tatile kadar geçecek süre işkence haline döner.

Tatilden; dinlenmiş, değişik yerleri görmüş, her gittiğimiz yerin yöresel yemeklerini tatmış, bol bol hatıra alışverişi yapmış, fotoğraflarla anı ölümsüzleştirerek evimize kavuşmanın huzuruna ermiş bir şekilde dönmenin dayanılmaz hafifliğini yaşıyoruz. Çünkü tatil her ne kadar keyifli, rahat, huzurlu, dinlenerek geçse de hatta insana kendini yeniden doğmuş biri gibi hissettirse de evimize, sevdiklerimize, işimize, alıştığımız yere dönmek ayrı bir huzur belki de. Tatili hak edip her anı dolu dolu geçirdikten sonra depoladığımız enerji ile kaldığımız yerden devam etmek hem kendimize hem de çevremize daha verimli olmamızı sağlıyor.

Tatil demek  şehirden uzaklaşmak, şehri arkasında bırakıp bir başka şehre karışmaktır. İnsan tatilde olağan hayatını bir süre geride bırakabilmeli ve şehir hayatı ile arasına mesafe koyabilmeli. Telefon, bilgisayar ve benzeri her türlü iletişimi bir kenara bırakabilmeli ama en önemlisi kafasındakileri de onların yanına yerleştirebilmelidir. Kafası sorunlarla, sıkıntılarla, iş yerinde yokluğunda neler olduğuyla dolu olursa tatilin anlamı kalmaz. İnsan, tatilde bulunduğu ortamın kabına yerleşip onun şeklini alabilmelidir. Sadece bedenini değil ruhunu da uzaklaştırabilmelidir her şeyden..

Denize girip üzerindeki şehri atacaksın, kitaplarını tozlu raflardan indirip kelimeler arasında kaybolacaksın, dinlemediğin müzikleri dinleyip, yemediğin yemekleri tadıp bilmediğin bir yerin sokaklarında kaybolacaksın. Bu  arada şehre geldiğinde güzel anıları tazelemen için bol bol da fotoğraf çekmeyi de unutmayacaksın. Belki çok sevdiklerini çerçeve yapar, masana da koyarsın :)

Tatillerini doya doya, bedenen değil ruhen de yapmayı unutmaman dileğiyle.. 





13 Ağustos 2013 Salı

AVM

Son zamanların malum Gezi Parkı ile daha da gündemine yerleşen bu 3 harfli devasa ve havalı kısaltması  diğer kısaltmaları açık ara geride bırakıp ne kadar da önemli oldu. Eskiden ilk aklımıza gelen kısaltmalar PTT, SSK, TRT iken artık unutulup, yerini neredeyse kundaktaki bebeğin bile bileceği  AVM'ye bıraktı. Çocuklarımızın bile oyun parklarından önce tanıştığı, gençlerimizin sosyalleşmek için buluştukları, bazılarının sadece koridorlarında volta attıkları ama her şekilde insanların yaşam şeklinin değişmez bir parçası oldu AVM'ler.  Kim bilir her gün ev-iş mesafesinde kaç tane AVM sizi selamlıyordur. Aynı yol güzergahında bile  birbirinin kopyası ve  gerçeklikten arındırılmış bu koca beton binalar ile karşılaşmanız kaçınılmazdır.  


AVM'ler toplumları üretmeye değil tüketmeye özendiren, ekonomi hareketinin sanal gösterildiği, insanı; şehrin gürültüsünden, kirli havasından ve yoğun trafiğinden izole ettiğini savunarak aslında kendi içine hapseden yapay yaşam alanlarıdır. Her AVM aynı şekilde dahil eder sizi o gizemli ortama, gizem daha giriş kapısında başlar, sizi içine doğru yutan koca bir kapısı vardır. Bu ortama dahil olmanız için önce suçlu potansiyeli taşıdığınızı düşünerek güvenlikten geçip AVM için uygun olup olmadığınızın teyidi gerekir. Bu  zorlu sınavın atlatılması ile sizi bu sefer koridorlarda veya mağazalarda yer alan kameralar izler. Kendinizi sizi kameraların takip ettiği ünlü gibi değil de daha çok suç işlemeye meyilli bir şüpheli gibi hissedersiniz. Her adımınız her an kayıt altındadır. Kendinizi özgür hissederken aslında altın kafeste sizi izleyen gözlerin üzerinizde olduğu bir kapalı ve yapay kutuda nefes alıyorsunuzdur.
 
Bu kapalı kutuda gece ve gündüz aynı ışığın altında yapay aydınlıktır. O an zamandan izole bir şekilde insan renkli camlara bakar şuursuzca, ilgi alanı modadır sadece. Modanın geçmişi veya geleceği değil o an  önemlidir ve amaç o günün modasına sahip olmaktır. İhtiyacı olmadan aksine çok ihtiyacı varmışçasına  insanın mağazalar arası kredi kartı ile olan yakın ilişkisidir. Aslında eve döndüğünde insanın o kadar poşetin içindekilerini neden aldığına anlam veremediği hipnoz halidir.  İçi dolu poşetler insanın sahiplik duygusunu okşar. Çünkü bazı insanlar sahip oldukları mal mülk ile övünüp kendilerini bu şekilde ispatladığını düşünür.  Kredi kartı ile dünyayı alabileceğini hisseder  ama gerçek şu ki ay sonuna kadardır bu rüya. Bu gerçeklikten arınmış yaşam alanı ile insan gerçek dünyayı bilinçaltında inkar eder. Orada olmanın verdiği bir sınıf farkı veya sahip olabilme olasılığı insanı kendince farklı hissettirir.  Yürüyen merdiven bile size hizmet eder, mağazadan bir diğer mağazaya geçerken gücünüzü minimum harcamanızı sağlayarak enerjinizi alışverişe saklamanızı sağlar.  Sizi kendi istediği yere en kısa zamanda ulaştırmak için durmadan çalışır, ona bile hayır diyemezsiniz,  sunumunu ihtişamla yapan  başka bir mağazanın açık kapısından içeri usulca süzülmeniz ile sahneden ayrılır.
 
Baktığımızda her şey var değil mi? Mağazalar, süpermarketler, sinemalar, spor salonları, yemek alanları, çocuk parkı, temiz tuvaletler, otopark... Yani kısacası insanı buraya çekebilecek tüm gereksinimler planlanmış, o ihtişamlı kocaman kapıdan bir kere giren insanın dışarıya çıkmaması ve dünyaya ihtiyaç duymaması için her şey ayrıntısı ile düşünülmüş organize bir sistem. Kusursuza yakın diyebilir miyiz? Bu şekilde neden her boş alana AVM yapılmasın hatta yeni boşluklar yaratılmasın, değil mi?
 
Kişi neden AVM'yi sever? Bu kocaman boşlukta bir yer kapladığı için mi? Canı sıkılan, zamanı bol olan insanların zamanlarını harcayacakları yer mi orası? Biz, hipnotize edilmiş ve tüketim odaklı yetiştirilmiş ve tüketimin ilahi gücüne inanmış insanlarız. AVM içinde, elinde kredi kartı ile ve her an bir şeyler almak için hazır ol şeklinde bekliyoruz.  İhtiyacımız olmasa da elimizde paketler ile eve dönmenin hazzının tadını seviyoruz. Beğenmezsek değiştiririz, iade ederiz diyerek sadece o an ruhumuzu tatmin ettiğimizi düşünerek kendimizi kandırıyoruz. AVM'leri parklara, bahçelere, tarihi binalara, sokaklara, deniz kenarlarındaki çay bahçelerine  tercih ediyoruz. Tarihi sinemaları, mahalle pazarlarını, bakkal amcayı, yeşil parkları görmüyoruz. Sevgiyi, ümidi, hayalleri kredi kartı ile alacağımızı sanıyoruz. Sahip olmayı bu kadar basit görüyoruz.

Fikrimce; Gezi Park'ı ile daha da gündeme hakim olan AVM olgusu artık bir alışkanlıktan çıkıp insanları kandıran ve onlara bu şekilde dayatılan bir yaşam alanı olmaya başlamadan Yeşilin bir çok tonu varken çocuklarımızın da bu tonlar ile tanışmasını sağlamamız gerekiyor. AVM'lere gitmek yerine, şehirlerin kalbinin attığı merkezlere, sokakların içine atmamız gerekiyor kendimizi. Çocuklarımızın AVM'lerde mi büyümesi istiyorsunuz...? Her gün gazetelerde, TV'lerde en büyük, daha büyük AVM inşaatları başladı haberleri ile yakında Dünya'mızın da kocaman bir AVM'ye mi dönüşmesini bekliyoruz...? Bekleme yapmayalım lütfen...!