Siz de zamanın nasıl geçtiğini anlayamayanlardan mısınız? Daha pazartesi sendromunun acı tadını
çıkarırken tatlı Cuma’nın geldiğini, hafta sonu tam nefes alabileceğinizi düşündüğünüzde
pazartesinin tekrar aniden beklenmeyen misafir gibi karşınıza çıktığını,
aylık
faturaların
ise aylık değil günlük olarak posta kutunuza bırakıldığını düşünüp size
şaka
yapıldığını hissedenler misiniz? Dali'nin Melting Clock eserindeki gibi zaman akıyor gibi geliyor mu ?
Günlerin yoğunluğu birçok detayı da içinde barındırarak dibine çöküyor sanki günün. Siz günü nasıl geçiyorsunuz bilmiyorum ama başlayan her
şey gibi gün de
bitiyor ve güneş
batıyor.
Telefonlar, toplantılar, işler, güçler derken günü sanki bir savaştan çıkmış ama galip mi yoksa mağlup mu olduğumuzu bilmeden bitiriyoruz.
Şu an 33 yaşındayım
ve geriye baktığımda birçok şey biriktirmiş olmama rağmen, zamanın nasıl
geçtiği hakkında herhangi bir fikrim hala yok. Özellikle yaşım küçükken büyümek için zamanın çabuk geçmesini isterdim. Hep büyük olmanın avantajlı olduğunu düşünürdüm çünkü ne zaman bir şey istesem veya özenmiş olsam "büyüyünce" cevabını alırdım. Doğal olarak büyümenin her şeyi yapabilme gücü olduğuna inandım. Büyük olmak her çocuk gibi benim de hayalimdi. Fakat zaman aksine o
yaşlarda nedense hız konusunda şimdikinden farklıydı, cimriydi. Hayat sahnesini ağır çekim izliyor gibiydim ...
Bugün
ise ben ve benim gibi yaşıtlarımın telefonlar, toplantılar, sürekli
bir yere yetişme çabaları
içinde günleri tükettiğine şahit oluyorum, nefes alırken bile
acelemiz var. Özellikle büyük şehir içinde
birçok rolü yerine getirmeye çalışıyoruz
ve bu yüzden sürekli kendimizi değiştirerek her şeyi kısa bir zamana
sıkıştırmak zorunda hissediyoruz.
Bazen gün o kadar yoğun geçiyor ki telefonlar, elektronik postalar, detaylar… Sonra geriye bir bakıyoruz bize
geçerken yüzyıl gibi gelen zamanlar için “günlerden bir gün” ifadesini
kullanıyoruz. "Günlerden bir gün" diye başlayan her cümlenin satır
aralarında yaşanmışlıkları ve bir çok duyguyu
sakladığını unutuyoruz ...
Son zamanlarda taşınma arifesinde evdeki eski fotoğrafları karıştırırken de fark ettim, günlerden
bir gün diye anlattığım
birçok günde neler yaşadığımı, o an neler ile mücadele edip geriye hangi
kırıntıları bıraktığımı hatırladım. Üniversite zamanında her sınav ile
mücadele halinde olduğumu, iş görüşmelerinin bitmez streslerini, İstanbul'da ayakta kalma zorluklarını... Ama şimdi o sıkıntılar ile yüzleştiğimi bilsemde, aklıma gelse de veya arkadaşlarım ile konuşup neler yaşadığımıza şaşırsak ta geçmişi anlatan her cümlenin başında farkında olmadan“günlerden bir gün” diyorum. Yaşanan ve bitenlerin ardından ...
Hayat o kadar hızlı ilerliyor ki. Bazen sıkıntıları veya zorlukları yaşarken içinde olduğumuz zamanı bir yüzyıl gibi ağır hissediyoruz veya mutluluklarımızı bir sabun köpüğü gibi hafif. Duygularımıza bile biz engel olsakta nasıl yön vereceğimize zamanın kendisi karar veriyor. Susan Sontag'ın bir sözünde geçer; zaman her şey bir anda olmasın, mekan ise hepsi bizim başımıza gelmesin diye var.
Zamanın tadını çıkaranlara şerefe ...!
Zamanın tadını çıkaranlara şerefe ...!
.