9 Ağustos 2014 Cumartesi

MUTLULUĞUN KURALI YOK



Bir doğru yok bir yanlış da.. O zaman mutlu olmak için kural da yok. Herkes mutluluğu farklı şeylerde bulabilir.Küçük bir örnek; patatesi ketçap ile yemek yerine isteyen yoğurtla yesin. Ketçap ile yeneceğininin öğretilmesi sebebiyle yeni tatlar denemekten kaçınmamak gerekir. Belki bizi çok daha mutlu edecek bir tat ile tanışmışabiliriz. Mutluluk ezbere yaşanacak bir şey değil.

O yüzden asıl önemli olanı kaçıyoruz. Ne ile mutlu olduğumuzu keşfetmek yerine, insanların düşünceleri ve kuralları ile mutluluğu başkalarına göre ezbere yaşıyoruz. İyi bir okulda eğitim, güzel bir iş, çok para kazanmak, iyi bir eş ile evlenmek, topluma uygun çocuklar yetiştirmek ve kısacası yazılı olmayan katı kurallara göre yaşamak bizi ne kadar mutlu ediyor. 

Bana bu kadar mutluluk yeter mi diyorsunuz? Fazlasında gözüm yok hatta gücüm bile yok diyenlerden misiniz? Peki ne gücün ne paranın mutluluk için gerekli olmadığını bilmiyor musunuz? Çok paralı insanlar çok  mu mutlu? Çok güçlü insanlar mutluluk delisi mi? Hayır

Denemekten korkuyoruz. Yeni yeme
ği, kıyafeti, insanlarla tanışmayı, seyahat etmeyi, cocuk yapmayı, evcil hayvan beslemeyi, resim yapmayı, boya kalemleri ile tanışmayı..vb. İlk defa zorlanarak denediğiniz bir yeniliğin sonrasında aldığınız mutluluk ve hissetttiğiniz hazdan sonra kaç kere “İyi ki yapmışım, keşke daha önce yapsaymışım dediniz? Denemek hiç bir şey kaybettirmez, zamanı öne alır ki bu da hiç fena bir şey değil. 

Moda diye vücut tipimize uymayan kıyafetleri giyiyoruz, popüler diye bir kafeye/restauranta gidip bir gurmenin! çok beğendiği yemeği yiyoruz. Dönüp kendimize baktığımızda aynada beğenmediğimiz kıyafetlerle kendimizi ne yediğimizi bilmediğimiz bir restaurantın masasında buluyoruz. Aslında moda olmayan, sizi yansıtmayan ama toplumun bu şekilde kabul ettiği şekilde yaşamak mı sizi mutlu ediyor? O zaman diyebilecek lafım yok. Herkesin mutluluk anlayışı farklı. Sadece denemek tek tavsiyem. Ezbere yaşamanın aksine insanın kendini bulduğu bir hayatı yaşaması güzel değil mi?




18 Mart 2014 Salı

KADIN YAZISI

Kadın olmaktan her zaman gurur duydum. Her ne kadar erkek egemen bir toplum da yaşadığımızın bilincini taşısam da yanımda babam, abim, sevgilim ile 3 farklı erkek karakterinin bana kendimi bildim bileli mutlu, şanslı ve ayrıcalıklı hissettirmesi ile daha da onore edildim 

Şanslıyım. Okudum, çalıştım, bazen çok para kazandım nereye harcayacağımı bilemedim, bazen de çalışmadım ve ayın sonunu zor getirdim. Her ne şekilde olursa olsun bu erkeklerin desteklerini her zaman hissettim ama o kadar hassas davrandılar ki benim duygularımı zedeleyecek o ince çizgiyi her zaman korudular, asla bir kadının üzerinde hegemonya kuran veya kendilerine mahcubiyet ve bağlılık hissettirmek için üstünlük kuran erkeklerden değil, onların çocuğu, kardeşi, sevgilisi yeri geldiğinde dostu veya arkadaşı olduğum için yanımdaydılar. 
Her insan gibi bana verilen hakları da sorguladım, bazen haksızlıklar yaşadım ama pes etmedim. Özgür yetiştim, diğer özgür insanların sınırlarına geçmedim Haksızlıklara veryansın ettim. Hak arayışı içerisinde de avukat oldum.
Zamanla aileden, sevgiliden, dosttan ayrılınca özlemeyi öğrendim, kavuşmanın tadını içime çektim. Kavuşunca da sımsıkı sarılmanın sıcaklığı ile ısındım. 
Gezdim, gezdiğim yerlerin fotoğraflarını çektim, onlara bakınca güzel hatıraların arasında kayboldum, tarihe dokundum, o günlerin yolculuğuna çıktım. Dilediğim yere gittim. Yedim, içtim.
Mucizelere hep inandım. Her güne bir mucize sığdırıp bardağın hep dolu tarafının bana kattıklarına baktım. Mucizeleri mutlu olmak için kullandım ve geleceğime yatırım yaptım.  Küçük mutlulukları da mucize olarak adlandırdım ve onları görmemezlikten gelmedim. Detayların aslında mutluluk kaynağı olduğunu gördüm. Yaşım ilerledikçe daha çok detay avcısı olduğuma şahit oldum. 
Sana tavsiyem; içinden ne geçiyorsa yap. Uzaklara git, yakınları tanı. Sevgini erteleme, hissettiklerini hissettirmeyi ihmal etme. Sen bir mucizesin ve bu mucizenin ışığının sönmesine izin verme. Yanında sana dünyanın en şanslı kadını olduğunu hissettiren erkekler varsa kıymetini bil, onların elini bırakma. O kadınlardan biri olduğuna şükret. Bunların yanında da annenin elini bırakma. 

Ben bir kadın olarak bana verilen hayatın hikayesini yazarken kalemi kendim tuttum ve o hayatı yaşıyorum.
Senarist, yönetmen ve oyuncu olarak...
Sevgiler..



22 Ocak 2014 Çarşamba

ZAMAN SANA KIRMIZI IŞIK HİÇ YANMAZ MI?

 

 
 
Siz de zamanın nasıl geçtiğini anlayamayanlardan mısınız? Daha pazartesi sendromunun acı tadını çıkarırken tatlı Cuma’nın geldiğini, hafta sonu tam nefes alabileceğinizi düşündüğünüzde pazartesinin tekrar aniden beklenmeyen misafir gibi karşınıza çıktığını, aylık faturaların ise aylık değil günlük olarak posta kutunuza bırakıldığını düşünüp size şaka yapıldığını hissedenler misiniz? Dali'nin Melting Clock eserindeki gibi zaman akıyor gibi geliyor mu ?
Günlerin yoğunluğu birçok detayı da içinde barındırarak dibine çöküyor sanki günün. Siz günü nasıl geçiyorsunuz bilmiyorum ama başlayan her şey gibi gün de bitiyor ve güneş batıyor. Telefonlar, toplantılar, işler, güçler derken günü sanki bir savaştan çıkmış ama galip mi yoksa mağlup mu olduğumuzu bilmeden bitiriyoruz. Şu an 33 yaşındayım ve geriye baktığımda birçok şey biriktirmiş olmama rağmen, zamanın nasıl geçtiği hakkında herhangi bir fikrim hala yok. Özellikle yaşım küçükken büyümek için zamanın çabuk geçmesini isterdim. Hep büyük olmanın avantajlı olduğunu düşünürdüm çünkü ne zaman bir şey istesem veya özenmiş olsam "büyüyünce" cevabını alırdım. Doğal olarak büyümenin her şeyi yapabilme gücü olduğuna inandım. Büyük olmak her çocuk gibi benim de hayalimdi. Fakat zaman aksine o yaşlarda nedense hız konusunda şimdikinden farklıydı, cimriydi. Hayat sahnesini ağır çekim izliyor gibiydim ...
Bugün ise ben ve benim gibi yaşıtlarımın telefonlar, toplantılar, sürekli bir yere yetişme çabaları içinde günleri tükettiğine şahit oluyorum, nefes alırken bile acelemiz var. Özellikle büyük şehir içinde birçok rolü yerine getirmeye çalışıyoruz ve bu yüzden sürekli kendimizi değiştirerek her şeyi kısa bir zamana sıkıştırmak zorunda hissediyoruz. Bazen gün o kadar yoğun geçiyor ki telefonlar, elektronik postalar, detaylar… Sonra geriye bir bakıyoruz bize geçerken yüzyıl gibi gelen zamanlar için “günlerden bir gün” ifadesini kullanıyoruz. "Günlerden bir gün" diye başlayan her cümlenin satır aralarında yaşanmışlıkları ve bir çok duyguyu sakladığını unutuyoruz ...
Son zamanlarda taşınma arifesinde evdeki eski fotoğrafları karıştırırken de fark ettim, günlerden bir gün diye anlattığım birçok günde neler yaşadığımı, o an neler ile mücadele edip geriye hangi kırıntıları bıraktığımı hatırladım. Üniversite zamanında her sınav ile mücadele halinde olduğumu, iş görüşmelerinin bitmez streslerini, İstanbul'da ayakta kalma zorluklarını... Ama şimdi o sıkıntılar ile yüzleştiğimi bilsemde, aklıma gelse de veya arkadaşlarım ile konuşup neler yaşadığımıza şaşırsak ta geçmişi anlatan her cümlenin başında farkında olmadan“günlerden bir gün” diyorum. Yaşanan ve bitenlerin ardından ...
Hayat o kadar hızlı ilerliyor ki. Bazen sıkıntıları veya zorlukları yaşarken içinde olduğumuz zamanı bir yüzyıl gibi ağır hissediyoruz veya mutluluklarımızı bir sabun köpüğü gibi hafif. Duygularımıza bile biz engel olsakta nasıl yön vereceğimize zamanın kendisi karar veriyor. Susan Sontag'ın bir sözünde geçer; zaman her şey bir anda olmasın, mekan ise hepsi bizim başımıza gelmesin diye var.

Zamanın tadını çıkaranlara şerefe ...!
 
 
 
 
 
 
.